GÜNCEMİZE ACI BİR TARİH DAHA EKLEDİK
İnsan ambulans sesine sevinir mi? Bir can daha hastaneye yaralı da olsa yetişmeye çalışıyor bir canın daha kalbi atıyor demekse sevinirmiş meğer…
Sözün bittiği yüreğin çığlık çığlığa olduğu bir yerdeyiz. 6 Şubattan, o kara günden beri üzgünüz, kızgınız, yüreğimiz ağzımızda ekranlara kilitlendik. Yığınların molozların arasından çıkacak açık bir çift göz için tüm Türkiye dua ediyor. İzlediğim yerin neresi olduğunu şaşırıp ekranın sağ üstüne bakmak zorunda kalıyorum. Onlarca yerleşim bölgesinde binlerce enkaz haline gelen bina var. On binlerce trajik hikâye yaşanıyor. Molozların arasından çocuklar çıkıyor; yüzleri toza bulanmış, ayakları çıplak. Bir tanesi “Ben evimde miyim?” diye soruyor. “Evet” cevabına karşılık “Siz nasıl girdiniz içeri” diyor? Çünkü evi onun güvenli alanı. Oraya izin verilenler girebilir. Ah güzel çocuk yıktık sizin güven algılarınızı. Bir başkası yatağından alınmış kadar durumdan habersiz; kimisi ağlıyor kimisi şaşkınlıktan “Ne oluyor ya?” diye bağırıyor. Belki de bir rüya görüyorum, madenci amcalar beni kucaklamış taşıyorlar. Etrafımda tanımadığım bir dolu insan var. Her yer toz duman. Annem, babam ortalıkta yok, diye düşünüp bağırıyor “Ne oluyor ya?!!!” Deprem oluyor çocuğum. Keşke bu kadar yakından hiç tanımasaydın dediğimiz deprem oluyor. Toprağın enerjisini boşaltacağı yere yapılan binalar mezarımız oluyor. Yıllardır olan her deprem sonrası bundan ders alalım diyip bir türlü o dersi alamayan büyüklerinin ihmallerinin bedelini sen ödüyorsun. “Bu neden sürekli benim başıma geliyor” diyorsan, bir şaman öğretisi şöyle dermiş; “Ders sen öğrenene kadar devam eder.” 1.sınıfta okuma yazmayı öğrenmeden 2. Sınıfa geçmeye çalışmak gibi bir şey. Deprem bir doğa olayı, âfet ise insan marifetiyle başımıza gelen felâket. Üç kuruş ucuza mal edilen demirinden, çimentosundan çalınan binalar, işte o çocuklara ömürleri boyunca zihinlerinde kalacak bir travma yaşatıyor. Bazıları bu travmatik tecrübeyi bile yaşayamıyor, o enkazın altında melek oluyor. Yıkıntıların arasından çıkarılan çocuklar arasında yakını bulunamayanlar ne yazık ki kimlikleri dahi tespit edilemeyenler var. Kimlikleri dâhil her şeyleri kaybolmuş bu çocukları nasıl iyi edeceğiz? Yaralarını nasıl saracağız? İyileşmiş gibi görünen kabukların altlarında hiç geçmeyecek izler kalacak. Sonra kararmış düşüncelerime on günlük bir bebek umut oluyor. Diyorum ki onun canını bağışlayan gücünü de verecek. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından gelen arama kurtarma ekiplerinin uyku nedir bilmeden verdikleri mücadeleyi izlerken oturduğum yerde yaşadığım karamsarlıktan utanıyorum. Acıkıp yemek yemekten, canımın kahve çekmesinden, sıcak yatağa girmekten suçluluk duyuyorum. Geçmiş olsun demek bile ayıp gibi geliyor. Ne geçti ki? Bunca acı yaşanırken geçmiş olsun denir mi, bilemiyorum. Teselli cümleleri bile kurmak ağırıma gidiyor. Sonra el ele verip yardımlar yağdıranları, geriye bakmadan oraya bir damla su olmaya koşanları görünce ah benim güzel milletim diyorum, bu kara günler de geçecek düşüncesi filiz veriyor tüm samimiyetiyle. Benim gibi hisseden milyonlarca insan olduğunu ispat edemem ama biliyorum. Depremden birkaç gün önce sardığım Zerrin Özer’in duygularım darmadağın anlayamazsın şarkı sözleri geliyor zihnime. Bu dağınıklık öyle böyle değil, hiçbir şeye benzemiyor…
YAZARIN DİĞER YAZILARI
- KUTUPLARIN ÖTESİ 05 Ağustos 2024 Pazartesi
- CANIM KENDİMİN NARSİST DÜŞLERİ 11 Ocak 2024 Perşembe
- SAKINCALI AKIMLAR 12 Eylül 2023 Salı
- LGS’NİN ADALETİ 06 Haziran 2023 Salı
- SADECE BİRER YOLCUYUZ 12 Nisan 2023 Çarşamba
- KURBAN ROLÜ 02 Şubat 2023 Perşembe
- ALTIN TEPSİDEKİ ÇÖZÜMLER 07 Mayıs 2021 Cuma
- BİR FARKINDALIKTIR GİDİYOR 20 Nisan 2021 Salı
- ZÜLFÜYÂRA DOKUNMAZSA NE YAPSIN BİÇARE AKIL 02 Nisan 2021 Cuma
- KARANTİNA GÜNCESİ-2 12 Ekim 2020 Pazartesi