Esrarengiz Yasaların Düşünürleri
Etrafa ait ne varsa, her birimiz aynı oranda bölüşerek yaşayıp geçiyoruz yanlarından. Az ya da çok.
Ama aramızdan bazıları bu işi farklı yapıyor olmalı. Farklı bakıyor, farklı görüyor; kendine pay alacak daha çok şey keşfediyor ya da daha derinden hissediyor. Aslında ağaç aynı ağaç. Duvar da aynı, böcekler de.
Marcel Proust, Edebiyat ve Sanat Yazıları isimli deneme kitabında, şairlerin –yani Esrarengiz Yasaların Düşünürlerinin– farklı bir yaratım içerisinde olduğunu söyler:
“Bir şairin hayatında, diğer insanların hayatındaki gibi küçük olaylar vardır. Şair de kıra gider, seyahat eder. Ne var ki, bir eserinin son sayfasının en altında bir yaz mevsimini geçirdiği kentin, tarihle yan yana yazılı adı, başkalarıyla paylaştığı hayatı onun bambaşka şekilde kullandığını gösterir.”
Proust’a göre şiir, esrarengiz yasaların birer düşüncesidir. O yasaların düşünürleri de şairler olur böylece. Proust, sıradan hayat akışında sürüklenip giden bir demet çiçeği kaparak nehrin kenarına serer gibi, şairi ve şiirini ayırıp başka bir noktaya taşır.
Sözlerine şöyle devam eder Proust:
“Şair ağaca bakarken, yoldan geçen biri durup şatafatlı bir at arabasına ya da kuyumcu vitrinine bakar. Oysa şair, içinde taşıdığı esrarengiz yasalar çerçevesinde güzelliği hissettiği an, bütün nesnelerin güzelliğini neşeyle algılar; çok geçmeden esrarengiz yasaların bir ucuyla o nesnelerdeki cazibeyi bize de gösterecektir; nesneleri resmederken, esrarengiz yasaların onlara değen, ayaklarına dokunan ya da alınlarından fışkıran ucunu da resmedecektir ayrıca.”
Bu düşünceleri bir kent için yeniden kurgulayalım. Bir kentte yaşayan şairlerin o kent için ne kadar değerli olduklarını, Proust’u okuyunca daha net anlıyoruz. Şairler, kent için birer kazıcı, birer toz üfleyici ve parlatıcıdır. Kent hafızasını kalıcı hâle getiren esrarengiz yasa koyuculardır her biri.
Ne de olsa her şair, oturduğu sokaktan, dolaştığı mahalleden, o civarda selamlaştığı her bir esnaftan topladığı efsunu kendi kalemince yoğurup tekrar aynı kente armağan eder. Bazen usul cümlelerle yapar bunu, sevecen bir ses tonu takınır ya da aksi biri olup çıkar. Aksi ya da sevecen fark etmez; bir şekilde tekrar yorumlar olan biteni. Aksi derken yanılmıyorum. Takdir edersiniz ki Charles Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri kitabı olmasaydı, 19. yüzyıl Fransa’sının filtresiz, çıplak fotoğrafını nasıl duyumsayabilecektik? Baudelaire’in flanörlüğü olmasaydı, şehrin karmaşıklığı içinde bireyin kayboluşunu ne derece hissedebilecek, onun gibi kaybolup yeniden kendimizi nasıl bulabilecektik?
Lafı biraz daha uzatırsak: Orhan Veli gözlerini kapayıp İstanbul’u dinlememiş olsaydı, İstanbul’un bu kadar çok çığlığı, bu kadar çok çıngırağı, ter kokusu, şarkısı, türküsü, küfrü, kuş çırpınışı barındırdığını nereden bilecektik? Biraz daha mahallemize doğru geri çekilirsek; Mahir İrfan Benli* olmasaydı, bu kentin, Kocaeli’nin deli bir hayvan olduğunu kim bilir ne kadar zaman sonra anlayabilecektik?
Proust, şair üzerine düşünmeye şöyle devam eder:
“Şairin zihni, esrarengiz yasaların tezahürleriyle doludur. Bu tezahürler biçimlenip güçlendiğinde, zihnin fonunda belirginlik kazandığında dışarı çıkmaya çalışırlar; çünkü kalıcı olması gereken her şey, zayıf ve geçerliliğini kaybetmiş olandan, aynı gün ölebilecek ya da onu doğurma gücünü kaybedebilecek bir varlığın içinden çıkmak ister.”
Evet, böyledir. Şair tutamaz da kendini bir taraftan. Belki de uyduğu ve uyguladığı o esrarengiz yasa sebebiyle. Şair dahil olduğu kenti, kendi tırnaklarıyla kazıyıp çıkardıklarının, ürettiklerinin yanı sıra; kendisiyle yol alan sokağın, kendisini saran mahallenin ya da selam veren esnafın, şaire has iç dünyasında oluşturduğu baskıyla da üretmesinden kaçamaz. Susmak, şairler arasında yaşadığı ana bir tür ihanet olarak algılanabilir. Başka insanların dert edinmediği şeyleri dert edinen şair, kısa ömrünü kenarlarından gere gere, şiirin uzun ve hatta sonsuz hayatına yaymaya kendine görev bilmiştir.
Proust’un kısa bir denemesi beni buralara kadar getirdi. Kendi deneyimlerimi de ekleyerek diyebilirim ki: Dünya üzerindeki her bir kentin tenha sokaklarında dolaşırken, gördüğü her şeye hayret eden o Esrarengiz Yasaların Düşünürlerine selam olsun.
*Mahir İrfan Benli. Kocaelili şair, ressam, heykeltraş, oyun yazarı. Artık Bu Kent Deli Bir Hayvandır, Prospero Yayıncılık, 1995
- Toplam 1 yorum

Dursun Akkurt 20:25 - 15 Haziran 2025
Farklı bir açıdan bakmışsınız. İlginç olmuş.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
- Dağ Görgüsü 14 Temmuz 2025 Pazartesi
- Gecenin Sonuna Yolculuk 29 Haziran 2025 Pazar
- Çimen, Karınca ve Yapay Zekâ 22 Haziran 2025 Pazar
- Orada Olmak 01 Haziran 2025 Pazar
- Ona Bir Oda Ver Baba 25 Mayıs 2025 Pazar
- Vellichor’u Ararken – Melal Sahaf 18 Mayıs 2025 Pazar
- Vellichor’u Ararken – Kitap Keyfim (Bölüm II) 11 Mayıs 2025 Pazar
- Vellichor’u Ararken – Kitap Keyfim (Bölüm I) 03 Mayıs 2025 Cumartesi
- Biraz Parşömen, Biraz da Tanrı Kanı 27 Nisan 2025 Pazar
- Okumak Üzerine Birkaç Söz Daha 20 Nisan 2025 Pazar