Gecenin Sonuna Yolculuk
Olayın etkisi büyükse, bizim duygu durumumuzu iyi veya kötü bir şekilde değiştirdiği de oluyor. Birkaç gün, hatta birkaç saat sonra unutarak yerine başka bir olaya bırakıyor ve biz hayatımıza yeni “bildirimlerle” devam ediyoruz. Odak başka yerlere kayıyor.
Çağımızın bir hastalığı bu. Sosyal medyanın, internetteki dağınık veya yanlış bilginin, bizim açlığımızın bir sonucu. Bu konuda Johann Hari’nin Çalınan Dikkat - Neden Odaklanamıyoruz? isimli kitabı, çok değerli araştırma ve röportajları derleyerek bir gerçeği görmemizi sağlıyor. Merak edenler vakit kaybetmeden okuyabilir. (Okuduktan sonra elinizdeki telefondan bir süre uzak durmak isteyeceksiniz. Tabii ne kadar başarılı olabilirsiniz, emin değilim.)
Hatırlayın, daha bir hafta önce iki devlet savaşıyordu. Füzeler havalarda uçuştu, üsler bombalandı, yıkılmış binalar, şehirlerin üzerinde tüten dumanlar, “biz kazandık” naraları… Savaş gibi insan ruhunda derin yıkımlara sebep olan bir olay bile, birkaç saat sonra bir arkadaşımızın önümüze düşürdüğü bir paylaşım ile birlikte bir plajın kızgın kumları arasında kaybolup gitmedi mi?
İtiraf edelim. Evet, kaybolup gitti…
İnsan hafızasını balık halinden kurtarıp file dönüştürmenin türlü yöntemleri var. Bu yöntemlerden biri de yazıya dökmek. Yazı, yaşanan tahribatı, insandaki vahşi izdüşümünü birebir gözler önüne seriyor.
Konu savaşlardan açılmışken, savaşı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren romanları ele alalım. Pek çok örneği var ama yıllardır okuyucusunu kaybetmeden okunan eserlere bakalım.
Erich Maria Remarque’ın Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok isimli romanı, I. Dünya Savaşı’nı konu alan etkili bir eser. Yine aynı yıllarda yazılan Silahlara Veda romanıyla Hemingway, savaştaki anlam arayışına odaklanıyor; savaşın sadece fiziksel kayıplarını değil, psikolojik yaralarını da gözler önüne seriyor. Kurt Vonnegut, Mezbaha No:5 romanıyla II. Dünya Savaşı’nı ele alıyor bu sefer.
Benim anlatısına birebir içselleştirip soluksuz okuduğum savaş edebiyatı eseri (savaş edebiyatı — ne acı bir tanım!) Louis-Ferdinand Céline’in Gecenin Sonuna Yolculuk romanı. Savaşı destanlaştırmadan, öleni ve öldüreni yüceltmeden, topyekûn bir delilik olarak sundu okuyucularına.
Gecenin Sonuna Yolculuk daha ilk cümlesinde okuyucuya şunu anlatıyor: Yazarın elinde sipsivri bir kalem var ve batırmaktan, kanırtmaktan, savurup öte beriyi dağıtmaktan hiç çekinmiyor. Okuyucunun şunu anlamasını istiyor: İşte bu, pek heves ettiğiniz lanet olası savaş; işte bu, yitip giden, sağ kalsa da yarım yamalak donup kalan insan. Cümle yapısıyla, anlatımdaki soluksuz akışla hissettiriyor bunu bize.
Baş karakter Ferdinand Bardamu’nun, gönüllü olarak orduya katılmasıyla başlıyor her şey. Kısa sürede kendini bir anlamsızlığın içerisinde buluyor. Baş karakter şöyle yakınıyor bir yerde:
“Ne diye bağırıyordum? Hiçbir fikrim yoktu. Belki de ölümün sesiyle yarışıyordum.”
Bardamu’nun ağzıyla Céline, savaşı korkakların maskesi olarak nitelemekten geri durmuyor:
“Savaş dediğin şey, korkakların cesurmuş gibi görünebildiği tek yerdir.”
Roman, dil anlamında da Fransız edebiyatında bir çığır açmıştır. Argoya yakın, konuşma dilinin tüm olanaklarını kullanan, uzun ve kesik kesik cümlelerle örülü anlatımı, geleneksel roman anlayışına da açık bir başkaldırı olarak algılanır.
“Edebiyat dünyasında bu roman nerede durur?” derseniz; Fransız edebiyatı denilince akla gelen iki önemli isim olan Sartre ve Camus gibi düşünürlerden önce yazılmış olsa da, varoluşçuluğun temel meselelerine de dokunur. Yaşamın saçmalığı, bireyin yalnızlığı, anlamsızlık karşısındaki öfkenin altını çizer. Bardamu’nun umutsuzluğu, Camus’nün Yabancısına ya da Sartre’ın Bulantısına eştir diyebiliriz.
Gecenin Sonuna Yolculuk ile kanlı canlı uzun bir yolculuğa çıkar okuyucu. Romanın sonunda, üstü başı çamur içinde, giysilerine barut kokusu sinmiş ve çaresiz, gördükleri karşısında sinirli, üzgün ve çökmüş vaziyette kitabın kapağını kapatır.
Şöyle biter roman:
Uzaktan, römorkör düdüğünü öttürdü; çağrısı köprüden geçti, sonra da bir kemerden, birinden daha, alavere havuzunu da aştı, derken bir başka köprüyü, uzakta, daha uzaklarda… Nehrin tüm mavnalarını yanına çağırıyordu, aynı zamanda tüm kenti ve göğü ve kırları ve bizleri de alıp götürüyordu her şeyi.
Sen nehrini de, her şeyi, kapatalım artık bu konuyu.
Savaşlardan bahsediyoruz. Sayın Céline, kusura bakma, bu konuyu kapatabilecek miyiz, emin değilim. İnsanoğlu bunu başarabilecek mi, kim bilir? Ama yazmaya devam edecek. Kendini akıllandırıncaya kadar. Romanlar da olan biteni bize sürekli hatırlatarak yol arkadaşı olacaklar.
- Toplam 1 yorum

Ufuk 17:45 - 30 Haziran 2025
Yazılarınızı keyifle takip ediyorum yazılarınızın devamını dilerim
YAZARIN DİĞER YAZILARI
- Dağ Görgüsü 14 Temmuz 2025 Pazartesi
- Çimen, Karınca ve Yapay Zekâ 22 Haziran 2025 Pazar
- Esrarengiz Yasaların Düşünürleri 15 Haziran 2025 Pazar
- Orada Olmak 01 Haziran 2025 Pazar
- Ona Bir Oda Ver Baba 25 Mayıs 2025 Pazar
- Vellichor’u Ararken – Melal Sahaf 18 Mayıs 2025 Pazar
- Vellichor’u Ararken – Kitap Keyfim (Bölüm II) 11 Mayıs 2025 Pazar
- Vellichor’u Ararken – Kitap Keyfim (Bölüm I) 03 Mayıs 2025 Cumartesi
- Biraz Parşömen, Biraz da Tanrı Kanı 27 Nisan 2025 Pazar
- Okumak Üzerine Birkaç Söz Daha 20 Nisan 2025 Pazar