İşaret Parmağının Hikayesi !...
Bu hafta, bağımlılıkla ilgili hayatım boyunca bana korku salan o meşhur işaret parmağının arkasındaki hikâyeyi anlatmak istiyorum.
“Eğer bir çocuğu kendinize bağımlı yetiştirirseniz, onun hayattaki rolünü çalmış olursunuz.” diyen Uzman Psikolog ve Hipnoterapist Gani Eser, biz ebeveynleri bu konuda uyarmak istiyor.
Bu konuda çok kitap ve makale yazılmıştır; fakat bir de doğduğumuz coğrafya var, değil mi? Bazı şeyleri değiştirmek hiç de kolay değil.
İşaret parmağımız, genelde birine bir yeri veya bir hedefi göstermek için sıkça kullandığımız bir semboldür. Bazen de çocukken, ya da yetişkin olsak bile, hata yaptığımızda o işaret parmağı bizi gösterir. Hele ki bu, başkalarının yanında yapıldığında yerin dibine sokar insanı. Bu, utanç duygusu yaratır. Ben bu duyguyu çocukken önce evde annemden, sonra okulda öğretmenimden, sonra da yetişkin olduğumda kendimden gördüm. Kendime o parmağı göstererek “Sen suçlusun, senin hatan, bak yine aynı şeyi yaptın” dedim.
Zamanında söylemem gereken sözleri ya da almam gereken kararları alamadığım için, karşımdaki insan tıpkı çocukken yaşadığım duyguyu bu yetişkin halimde bile yaşatabiliyordu. “Neden utanıyorsun, neden korkuyorsun ki?” sorusu hep zihnimde dönerdi.
Aslında benim gibi sayısı oldukça fazla olan, işaret parmağı bağımlısı insanların bu hayatta yeniden tutunacakları gerçek kimliklerini aradıklarını düşünüyorum.
Bunun farkına varmak bazen 40, bazen 50, bazen de 55 yaşında oluyor. Hatta tanıdığım bir kadın 65 yaşında hayatı için radikal bir karar alıp bağımlısı olduğu eşinden ayrılarak yeniden hayata “merhaba” dedi. Bu kararı almadan önce kalp hastasıydı, ambulans neredeyse haftada bir kapısına geliyordu. Yıllarca “Evlatlarım var, ayıp olmasın” diyerek, derinlerde yatan toplumsal baskıyı korkulu bir rüya gibi yaşadı. Ama sonunda şöyle dedi: “Ben artık o işaret parmağının beni yok saymasını istemiyorum. Yıllarca beni görmeyen biriyle hayatımı erteledim ama artık görünür olmak istiyorum.” Ve gerçekten hayatının yönünü sağlıklı bir yaşama çevirdi. Ambulanslar artık kapısına gelmez oldu. Panik ataklar hayatını dar etmez oldu. En önemlisi, hayat ona tekrar gülmeye başladı.
Ben de o insanlardan biriydim. Korkularım karşımdaki insana karşı öyle bir bağımlılık yaratıyordu ki, kendi hayatımı yaşayamıyordum. Kızım dünyaya geldiğinde ise kendime şu sözü verdim: Ne olursa olsun, şartlar nasıl olursa olsun, evladımı kendine güvenli ve öz kişiliğini geliştirecek şekilde büyüteceğim. Kendi gibi olmasına destek olacağım.
Çocukken yaşadığım dönemde belki annem ve babam da bizleri ellerinden geldiğince, bildikleri şekilde büyüttüler. Ama eksiklerini ve hatalarını sorgulamak artık çok geç. Fakat 49 yaşımda farkındalık kazandım. Hayata karşı bakışımı değiştirebileceğimi, aldığım profesyonel destekle ve attığım adımlarla gördüm. Ben de değerliyim. Geçmişteki aileden gelen korku ve bağımlılıklar yüzünden hayata hep geriden başlıyordum.
O işaret parmağı bu kez beni suçlamak için değil, hayatın diğer yaşanması gereken taraflarını göstermek için kullanılıyordu. Kendime o işareti şefkatle kabul ederek, bakış açımı da değiştirerek, geçmişimdeki karakutumda saklı bazı yaralarımı iyileştirdim. Beni bağımlı yapan ve kurban rolüne sokanın ben olduğumu fark ettiğimde, yakınlarımla olan ilişkim de netleşti.
Kızımın hayatında var olurken, kendi hayatımı ötelemeden, gerekli edep ve saygı çerçevesinde yaşamayı seçtim. “Acaba ne derler?” cümlesinin zihnimde dönüp durmasını da zamanla ait olduğu yere iade etmeyi öğrendim.
Asla şundan korkmayın: “Ben olmazsam ne yaparlar?” Belki bizler de ailemizin bağımlısı olarak, onların “evet” demediği bir şeyi yaparken hep korkarak yetiştirildik. Ama o zaman geçti. Artık geçmişteki bu bağımlılığı birçok anne-baba, farkında olmadan kendi çocuğuna da uyguluyor.
Bırakın bazen çocuğunuz mağazada kendi seçimini kendisi yapsın. Bırakın bazen alışverişte ödemeyi o yapsın. Bırakın akşam film gecesini ya da mutfakta saçma sapan da olsa salatayı o hazırlasın. Masayı düzensiz kursun, ama bırakın kursun. Aynanın karşısında rahatça kendisine baksın. Seçtiği elbiseye “olmamış” demeyin. “Ne güzel seçim, hoşuna gittiyse harika!” deyin ve onaylayın. Belki meslek, sevgili ya da eş seçiminde bizim isteğimiz doğrultusunda değil de, yanlış kararlar alacak. Ama o yanlışı yaptığında onu yargılamak yerine yanında olun. Onun duygularını anlatmasına, size güvenmesine olanak verin.
Hayat sadece bizim 24 saat boyunca çocuklarımızı kontrol ederek, onları kendimize bağımlı kılarak yöneteceğimiz bir şey değil. Bu, onların zihnine ve kalbine zehirli bir duygu yerleştirir.
Yıllar sonra evlense bile, eşiyle konuşacağı konuların kararını sizin onayınıza göre veren birine dönüşmesini istemiyorsanız, şimdiden bu bağımlılığı sona erdirin. Çünkü bir gün onun hayatından çıkmanız gerekecek. Sizin yeriniz anne-baba olarak hep kalacak ama dengeyi hem kendi yaşantımızda hem de evlatlarımızın hayatında sağlıklı kuramazsak, bu zehir tüm aileyi kronik şekilde hasta eder.
En iyi doktor gelse de, en sihirli ilacı verse de, bu konudaki bakış açımızı ve yaşam şeklimizi gözden geçirmezsek, mutsuz yeni insanların yetişmesine kendi ellerimizle zemin hazırlarız.
Çocuklarımız kaç yaşında olursa olsun, onların yaşlarına ve yeteneklerine uygun şekilde hayatlarına karar vermelerinde destek olalım ama karar verici biz olmayalım. Destekleyen, yol gösteren ve seçme hakkını tanıyan olalım.
Yoksa onlar da hep “Yeterli değilim.” ya da “Ben yine başaramadım.” diyerek, o işaret parmağını kendilerini cezalandırmak için kullanacaklar.
Ne giyeceklerine, ne yiyeceklerine ya da nasıl sağlıklı besleneceklerine destek olacaksak, bunu da onların anlayacağı dilden anlatmalı, fikirlerini sormalıyız.
Eğer ayrılmış ebeveynlersek, çocuğu bir kavga unsuru yapmamalı, onu karşı tarafı suçlayan bir işaret parmağına dönüştürmemeliyiz.
Zamanla mutsuz ve kendini sevmeyen bireyler yetişir. Çocuklar büyüdükçe, baskıcı ebeveyn onayını almadıklarında duygularını ve davranışlarını kontrol eden anne-babadan korkarak, kalplerinin o güzel sesini bastırmayı öğrenirler. Ve sonunda, “annem-babam mutlu olsun” diye çocuk daha küçükken maske takmayı öğrenir.
İşaret bağımlısı ebeveynler, ileride depresyonlu, kaygılı, korkan, öz güveni olmayan ve kendini sevmeyen bireyler yetiştirmiş olacaklardır.
Eğer yukarıda yazdıklarım içinizden bir yere dokunduysa, canınızı acıttıysa ya da küçük de olsa bir kırıntı bulduysanız, artık kendinizi değiştirme zamanı gelmiş olabilir.
Unutmayın: Siz değişirseniz, evladınızın kaderi değişir. Siz mutlu olmayı kalbinize öğretirseniz ve öz şefkatinizi güçlendirirseniz, sizinle birlikte aileniz de değişir ve şifalanır.
Yazımı çok sevdiğim rahmetli hocam Doğan Cüceloğlu’nun sözüyle bitirmek istiyorum:
“Bir ebeveynin çocuğuna verebileceği en büyük hediye, ona her koşulda ayağa kalkabilecek gücü kendinde bulabilme yetisini kazandırmaktır.” — Doğan Cüceloğlu
YAZARIN DİĞER YAZILARI
- Öfkenin İçimizde Yarattığı Fırtına: Bir Farkındalık Yolculuğu 19 Nisan 2025 Cumartesi
- Orda Bir Köy Var,Uzakta!... 10 Nisan 2025 Perşembe
- Ben İstersem Değişebilirim! 04 Nisan 2025 Cuma
- Yaşamaktan Korkma!.. 28 Mart 2025 Cuma
- Unuttuğumu Unuttum! 14 Mart 2025 Cuma
- Sağlıklı bireylerden, sağlıklı topluma geçiş farkındalıkla başlar 08 Mart 2025 Cumartesi
- Sağlıklı olmak değişim demektir 01 Mart 2025 Cumartesi
- Büyük mucize küçük bir adımla başladı 21 Şubat 2025 Cuma
- Elimden Tutar Mısın! 14 Şubat 2025 Cuma
- Durun ve Nefes Alın! 07 Şubat 2025 Cuma