Başımızı Kaldırıp Bakmanın Zamanı
Bir süredir bu cümleyi içimde döndürüp duruyorum. Çünkü sadece köyler değil, şehirler de terkediliyor aslında. Ne demek bu? Koca gökdelenlerin, kalabalık metroların ortasında terk edilmiş bir şehir olur mu? Evet, olur. İnsanlar, birbirinin yüzüne bakmadığında... Mahalle, sadece emlak fiyatından ibaret hale geldiğinde... Kreşten hastaneye, toplu taşımadan parka kadar her şey birer “hizmet kalemi” gibi görüldüğünde...
Biz uzun zamandır başımızı kaldıramıyoruz. Başımızı telefon ekranlarından, araba camlarından, kendi derdimizden… Oysa başımızı kaldırdığımızda göreceğimiz şey, çok uzun zamandır birlikte yaşamanın kurallarının bozulduğu bir yer: Ortak yaşam.
Bir zamanlar kamuya ait olan alanlar, artık reklam panolarıyla ya da bir şirketin logosuyla dolu. Okullar kâr odaklı sistemlerin kıskacında, sağlık bir ayrıcalık gibi sunuluyor. Gençlerin önüne uzatılan yolların sonunda ya bir sınav çıkıyor ya da bir göç haritası. Kadınlar, “güvende hissetmenin” ne olduğunu unutmaya başladı. Çocuklar park değil, AVM tanıyor. “Komşuluk” artık güvenlik kameralarına emanet.
Ama her şey böyle olmak zorunda mı?
Biz bir araya geldiğimizde nelerin değişebileceğini unuttuk sanırım. Oysa bir zamanlar bir araya gelen kadınlar kreş açtırabiliyordu. Bir araya gelen işçiler sendika kurabiliyor, mahalleli kendi semt pazarını koruyabiliyordu. Toprağına sahip çıkan köylüler, sadece doğayı değil, bir yaşam biçimini savunuyordu.
Bunlar nostalji değil. Bunlar, başka bir toplumsallığın mümkün olduğunu gösteren ipuçları. Ve hâlâ mümkün.
Önce şunu kabul edelim: Herkesin insanca yaşama hakkı var. Bu hak sadece barınma ya da beslenmeyle sınırlı değil. Kendini ifade edebilme, karar süreçlerine katılabilme, doğayla uyum içinde bir hayat sürebilme hakkı… Bunu sağlayacak olan şey ise ne sadece devletin lütfu, ne de piyasanın insafı. Bu, birlikte karar alma, birlikte üretme ve birlikte paylaşma kültürüyle mümkün.
Bir mahallede çocukların kahkahası eksikse, orası zengin değil yoksuldur. Çünkü gerçek zenginlik, bir yerin ne kadar paylaşıldığıyla ölçülür. Eğer herkes için eşit bir başlangıç yoksa, sonunda da adalet olmaz. Birileri çok yüksekten başlarken, diğerleri toprağın dibinden başlamışsa, buna “fırsat eşitliği” değil, “fırsat yanılsaması” denir.
Bugün hepimize düşen sorumluluk, bu yanılsamayı kırmak. Kamunun yeniden kamulaştırılması gerekir. Yani sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel hizmetlerin kimseye ayrıcalık tanımadan, herkes için erişilebilir olması. Belediyeler sadece asfalt döken kurumlar değil, insanların yaşam kalitesini belirleyen en kritik yapılardır. O yüzden yerel yönetimlerde şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılım artık bir lüks değil, zorunluluktur.
Ve elbette ekoloji… Bir ağacın kesilmesine karşı çıkan insanların sesiyle, bir kadın cinayetine itiraz eden kalabalığın öfkesi aynı yerden yükselir: Yaşamak istiyoruz. Sağlıklı, güvenli, onurlu bir yaşam.
Birileri çıkıp diyecek ki: “Bunlar romantik hayaller.” Hayır. Asıl romantizm, her şeyin böyle sürüp gideceğine inanmaktır. Gerçekçilik, bu düzenin sürdürülemez olduğunu görmektir. Ve o gerçekçilik bizi umuda götürür.
Çünkü umut dediğimiz şey, hayal kurmanın ötesindedir. Umut, irade demektir. Emek demektir. Bazen bir köyde bir orakla yalnız kalan bir adamda, bazen bir apartmanın girişine “birbirimize iyi bakalım” notu asan gençte gizlidir. Umut, örgütlenme biçimidir.
Bize düşen ise bu umudu çoğaltmak.
Başımızı kaldıralım. Gözümüzü ekrandan değil birbirimizin gözlerinden alalım. Sesimizi yalnızca kendimiz için değil, yanımızdakiler için de çıkaralım. O zaman o terk edilmiş taş evlerin arasında yeniden bir ses yükselebilir. O zaman şehirler, gerçekten şehir olur. İnsanlar, gerçekten insan olur.
Unutma: Sen başını kaldırdığında, bir başkası da kaldıracaktır.
- Toplam 2 yorum

Oğuz Uslu 12:32 - 04 Temmuz 2025
Duyarlı güzel bir yazıTebrik ederim

Zeki Karal 11:03 - 04 Temmuz 2025
Sinem hanım merhaba.Başımızı kaldırdığımızda, başkalarının da başlarını kaldırmış olduğunu görmek bize büyük güç verecektir.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
- Kanun Geldi, Gökyüzü Derin Bir Nefes Aldı mı? 17 Temmuz 2025 Perşembe
- “Biz Bu Mücadeleye Gençliğimiz Verdik” 20 Haziran 2025 Cuma
- Bu Torba Halkın Değil, Madenin Torbası! 19 Haziran 2025 Perşembe
- Kocaeli’nde Nefes Almak Zorlaştı: Dilovası ve Darıca’nın Sessiz Çevre Çığlığı 16 Mayıs 2025 Cuma
- Çevre Kirliliğine Alışan Körfez, Trafik Çilesiyle Çıldıran Gölcük 09 Mayıs 2025 Cuma
- Özgürlük? Kimin İçin? 03 Mayıs 2025 Cumartesi
- Üslup Meselesi mi Dediniz? 01 Mayıs 2025 Perşembe
- Safiport'un Gölgesinde Derince: Çevre, Hukuk ve Halk Mücadelesi" 25 Nisan 2025 Cuma
- 23 Nisan’da Çocukları Kutlamak Kolay, Peki Onlara Ne Bıraktığımızın Farkında mıyız? 23 Nisan 2025 Çarşamba
- İklim Kanunu Geri Çekilirken Kimin Sesi Yükseldi? 18 Nisan 2025 Cuma