Ramazan Geldi, Hoş Geldi... Ama Gerçekte Ne Oluyor?
Son yıllarda Ramazan, maalesef biraz da olsa bir yarış halini almaya başladı. Kim nerede iftar açmış, hangi belediye ne dağıtmış, hangi sokakta kimlerle iftar yapılmış... Bu kadar detay, bana bazen tuhaf geliyor. Bir an durup düşününce, bu yemeklerin ücretlerini kim ödüyor? Bu kadar rahat olabiliyorsak, neden bu yardımları evsizlere, işsizlere de yapmıyoruz? Neden herkesin faydalanabileceği şekilde sofralar kurulmasın? Ama işte orada bir sorun var: Yardımlar görünür olmalı, reklamını yapmalısınız! Bir şey ne kadar görünürse, o kadar değerli oluyor sanki.
Ramazan öncesinde yağan karları temizlemek, yolları tuzlamak falan da “biz” diyerek gösterilen işler… Bir dakika, ama bunlar zaten sizin göreviniz değil mi? Belediyeler bu işleri yapmak zorunda. Çünkü biz, sizi seçtik. Yani kısacası, biz olmasak, siz de olmazsınız! Bunu unutmak, biraz “unutkanlık” olabilir.
Bir yandan da, bu yardımların görünür olma derdi yerine, gerçek anlamda insana dokunma niyeti olsa, belki de daha çok insana ulaşırız. Ramazan’da yapılan yardımlar, sadece görünürlük için değil, insanın vicdanını rahatlatması için yapılmalı. Herkesin görmesi için değil, gerçekten ihtiyaç duyanların faydalanması için yapılmalı. Gerçekten ihtiyacı olanlara ulaşmak, sadece sahurlarda ya da iftar sofralarında değil, her an, her durumda yapılmalı.
Ramazan, aslında sadece yemek yemek, sofralar kurmak değil. Ramazan, içsel bir farkındalık kazanma, değerleri hatırlama ve en önemlisi de vicdanımızı dinleme zamanı olmalı. Bu dönemde yaptıklarımız, sadece “biz” demek için değil, gerçekten bir şeyleri değiştirebilmek için olmalı.