Form Doldurmak Kolay, Aidiyet İnşa Etmek Zor …
Biliyorsunuz, haftanın neredeyse yarısını Ankara’da geçiriyorum. Geçen hafta bir partili arkadaşımla Mülkiyeliler Birliği’nde otururken yanımıza gençlik kollarından iki genç yoldaşımız geldi. Hava yağmurlu, bir parça da soğuk olunca, dört tane tavşan kanı çay eşliğinde ettiğimiz sohbetimize siyaset de, hayat da karıştı elbette.
Sohbet sırasında biri, gülümseyerek ama bir o kadar da ciddi bir ifadeyle,
“Parti kültürü, parti kültürü deyip duruyorsunuz ama çok mu önemli? Her üye kendi kültürünü oluşturuyor zaten,” dedi.
Söyleyecek bir şey yoktu. Belki de haklıydı.
Yalnızca şunu diyebildim: “Gelecek hafta yazımı okursun.”
İşte o sohbetin bıraktığı yerden başlıyoruz bugün.
Bir partiye üye olmak, sadece bir forma imza atmak değildir; bir tarihe dahil olmaktır sevgili genç yoldaşım. O tarih bazen sokaklarda dağıtılan bildirilerde, bazen kapı kapı dolaşan insanların ayak izlerinde yazılıdır. Parti kültürü dediğimiz şey, işte o izlerin toplamıdır — bir aidiyet, bir emek, bir yol arkadaşlığı biçimidir.
Fakat bugün birçok partide bu kültür, hızın ve hesapların gölgesinde kalıyor. Partiye yeni kayıt yaptıran isimler, birkaç hafta içinde yönetime getiriliyor; yıllarını vermiş insanlar ise bir kenarda sessizce izliyor. Bu sadece bir liyakat meselesi değil, bir kültür erozyonu meselesi. Çünkü parti kültürü, zamana, gözleme ve paylaşıma dayanır; fotokopiyle aktarılmaz, unvanla öğrenilmez.
Kültür, Parti Tüzüğünde Yazmaz
Bir partinin tüzüğü maddelerle doludur ama “kültür” satır aralarındadır. Bir toplantıdaki ses tonunda, bir eleştirideki nezakette, bir afişteki sloganın samimiyetinde gizlidir. Parti kültürü; ne kadar sustuğun, ne kadar dinlediğin, kime ne kadar yer açtığınla ilgilidir.
Yeni üye olan birinin bu kültürü tanıması zaman alır — almalıdır da. Çünkü o kişi, sadece bir örgüte değil, bir anlayışa katılır. Parti kültürü, “nasıl davranılması gerektiğini” değil, “neden öyle davranıldığını” öğretir. Bu fark, siyaseti bürokrasiden ayıran en ince çizgidir.
Bugün birçok partide bu çizgi silinmiş durumda. Partiye yeni kayıt olan biri, birkaç toplantıya katılıp birkaç fotoğraf veriyor ve bir anda “yönetici” oluyor. Oysa siyaset, tecrübenin ve dayanışmanın yoğurduğu bir alandır; hızla alınan kararlar, uzun yılların emeğini gölgede bırakır.
Yeni Üye Olmak, Yeni Yönetici Olmak Demek Değil
Bir partiye yeni katılan herkes değerlidir. Fakat bu değer, yönetim sıfatıyla ölçülmez. Gerçek değer, o partinin yükünü taşımaya başladığında anlaşılır. Yeni üyenin ilk işi, öğrenmek olmalı; dinlemek, anlamak, gözlemlemek olmalı. Çünkü kültür, önce dinleyenin kulağında kök salar.
Siyasi partiler, içe dönük bir hafıza taşır. O hafızanın sürekliliği, her yeni üyenin kendinden öncekine saygı duymasıyla mümkündür. O saygı kaybolduğunda, partiler kurumsallığını değil, kimliğini kaybeder.
Yeni üyenin hemen yönetime getirilmesi, o kişiyi yüceltmek değil, yıpratmaktır. Çünkü kültürünü bilmediği bir yapının içinde alınan her karar, zamanla hem onu hem partiyi zedeler. Tıpkı kitabın ortasından okumaya başlayıp anlam veremeyen birinin, sonunda okumaktan soğuması gibi.
Parti Kültürü: Birlikte Öğrenmenin Adı
Parti kültürü, bir kuşağın diğerine bıraktığı sessiz bir mirastır. Bu miras, sandık sonuçlarından, seçim bildirgelerinden, il kongrelerinden çok daha kalıcıdır. Çünkü o kültür, “biz” duygusunun harcıdır.
O harç zayıfladığında, siyaset “ben”lerle dolup taşar. Herkesin kendi küçük çıkarını öncelediği bir alana dönüşür. Bu yüzden parti kültürünü öğrenmek sadece yeni üyelerin değil, partiyi yönetenlerin de sorumluluğudur.
Bir partinin büyüklüğü, üyelerinin sayısıyla değil, kültürünün derinliğiyle ölçülür. Kültürü zayıf bir parti, kalabalıklaşsa da kurumsallaşamaz; iktidara gelse de kendi içinde parçalanır.
Koltuğun Ağırlığını Bilmek
Parti içinde yönetime gelmek, bir ayrıcalık değil, bir yükümlülüktür. O yükümlülüğü taşıyabilmek için önce kültürü öğrenmek gerekir. Her yeni kayıtlı üyeyi kısa sürede yönetime getiren bir anlayış, kısa vadede dinamizm gibi görünür; ama uzun vadede kurumsal bir çürüme başlatır.
Siyasette en büyük hata, insan yetiştirmemek değil; hazır olmadan insanı öne sürmektir. Çünkü o kişi başarısız olduğunda, sadece kendisi değil, parti hafızası da zarar görür.
Parti kültürü sabırla öğrenilir, saygıyla korunur. O kültürü öğrenmeden yönetime gelen birinin, temsil ettiği koltuğun ağırlığını hissetmesi zordur.
Bu yüzden, hızla değil, dikkatle büyümek gerek. Çünkü siyasette gerçek sadakat, unvana değil; ortak kültüre bağlılıkla ölçülür.
Şimdi anladın mı, yakışıklı kardeşim Alihan, neden “parti kültürü” dediğimiz şey sadece bir laf değil, bir yaşam biçimi?